21 Eylül 2008 Pazar

Tozda Toprakta Büyümek...


Plastik oyuncakları unutun made in bilmem ne yazan oyuncakları. Ya da oyun hamurlarını, bilgisayarı anmayın zaten, böyle büyüdünüz mü siz. Tozda toprakta çamurda oynayarak, kısa denilecek pantolonla. Yurdumun eski günlerindeki gibi, teyzelerin akşam 8'de yatıp ışıkları zorla söndürttüğü günlerdeki gibi...Kapı önünün çalı süpürgeyle süpürülüp kardeşiniziz burnunu sildiğiniz o günlerde büyüdünüz mü. Bizim nesil az çok ama şu bizden sonrakiler görmediler o günleri. Betonda büyüdüler, toz toprakta maç yaparak değil, fifa bilmem kaç oynayarak. Biraz şanssız geliyorlar bana. Bi kere çabuk hasta oluyorlar, psikolojileri püf desen bozuluyor ve "hayatta tokat bile atmam çocuğuma" denilen bu yıllarda uyuşturucu, sigara ve seks yaşı gittikçe düşüyor.



O günlerde yetişen biriyle sohbet ettim, şunları söyledi bana:
" Bizim çocukluğumuzda plastik oyuncaklar bu kadar yaygın değildi, benim oturduğum yer bir ilçeydi Adana'nın tozu toprağı içinde bir Pozantı'da büyüdüm ben. Oyun deyince bizim aklımıza oyuncak değil kendimizin bizzat oynadığı oyunlar gelirdi. Oyuncak denilen plastikler kasabanın bir kaç iyi gelirli ailesinin çocuğunda olurdu ki şu an şehirde en gariban insanın çocuklarının daha fazla oyuncağı vardır. Zaten zengin dediğimiz o çocuk da oyuncağı fazla eskimesin diye kendisi bile fazla oynamazdı, bir de dışarıda oyunun kendisi varken biz varken ne yapacak evin içinde oyuncağı.
Oyunlarımıza şu an bakıyorum gerçekten tam bir dayanışma ve birliktelik oyunlarıydı.Şahsi değildi bu oyunlar beraber oynanırdı. En çok maç yapmayı severdik, topa abanana kızardık, birimizin şeyine top vursa onu işetirdik, zayıf takıma avans verirdik , ben 11,12 yaşarındayken dolmuş tutup arkadaşlarla köye maça gitmiştik, bizi yenilince taşlamışlardı, zaten bu adettir mutlaka taşlarlar. O zaman amatör küme maçlarında da olurdu bu :).

Bunları yapamazsak ormana yürüyüşe çıkardık, karpuzcuya yardım ederdik o da bize karpuz verirdi, karpuzu kırıp yerdik, ama hep beraberdik, herkes yaşıtı grupla gezer abiler kardeşlerden hesap sorar ama kardeşleri için canlarını verecek kadar mert olduğunu göstermek için kavga ederlerdi bazen. Ama o kavgalar gerçekten mert olurdu kan akmazdı, şimdiki kavgalar gibi bıçak olmaz, kafa göz yarılmaz, kavga sonunda işe abiler karıştırılıp o kavganın arkası aranmazdı.

Şimdiki nesilin kendini daha iyi ifade ettiği, daha girişken olduğu konusuna da katılmakla beraber bazı şüpheleri de var bu konuda bunları bana söyleyen abimizin:



"Şimdiki çocuklar gençler falan kendini daha iyi ifade ediyorlarmış. Doğrudur anaya babaya karşı ağzına ne gelirse o anda söyleyecek kadar ifade edebiliyorlar kendilerini (gülüyor) , o kadar girişkenler ki seks yaşı 13-14 oldu neredeyse, içki ve sigara yaşını saymıyorum bile yani özgüven altında şu anki aileler çocuklarına çok serbestlik tanıyor 'küçükken aman tozdan hasta olacak' diye koruyan aileler çocuğun özgüvenini kazanmasına bir nevi engel oluyor, büyüyünce çocuğu bir anda serbest bırakıyorlar o zaman ergenliği yeni atlatmış ya da atlatmamış genç ne yapacağını şaşırıp kendisine zarar verici şeyler yapabiliyor. Bir de psikolojisinin bozulması durumu var gençlerin. Eskiden biz daha fazla dayak yerdik daha fazla azar yerdik ama psikolojimiz bozulacak diye bir şey yoktu. Şimdiki nesilin psikolojisi bozulur diye çok korkuyor aileler ama gençlerde gördüğüm kadarıyla -ki ben bir eğitimciyim gençleri gözlemle fırsatım çok oluyor- bir melankolik hava var, bunalıma kapılan depresyonla uğraşan yığınla genç var şimdi kimin psikolojisi daha bozuk söyle bana (gülüyoruz).



Şöyle sordum ben bu abimize: "Peki şu anki nesili yetiştiren sizin nesil bu nesilin eleştirilecek yanları varsa sorumlusu biraz da siz değil misiniz?"

"Haklısın bu konuda ama sizleri yetiştiren nesil olarak bizler çok yoksul günler yaşadık, askeri yönetimler geçti üzerimizden, krizler ve ülke olarak ekonomik değişimin yükünü atlatmaya çalışan bir nesiliz. Elbette kusurlarımız da oldu ama bu olumsuzluklar olmasa şu anki nesili daha iyi yetiştirebilirdik.Benim nesilin insanları çocuklarının aynı acıları,zorlukları yaşamaması için üstlerine çok düşüyor ,elbebek gülbebek yetiştireceğim diye geç büyümelerine neden oluyor, hatta büyümelerini bile engelliyor. Biraz da batı kültürünün yozlaşmış halinin özendirilmesi var sağ olsun televizyonlar sayesinde.
Elbette bu nesilin içinde de özellikle küçük yerlerde yetişen ve çok iyi de yetişen insanlar var, şehirlerde de az olsa da var ama o kırsal hava hala bazı şeyleri korudu sizin nesilin içinde, ama sizden sonraki nesil maalesef çok şanssız olacak gibi geliyor, yine de umudumuzu size devrettik. Hala kırsal bölgelerde ve doğuda çok zor şartlarda yeitşen çocuklar var, okulları bile yok biz bu sorunları çözemedik, çözmek isteyenlere de izin verilmedi, artık sizlere kaldı bunları çözmek. "


Bu abimizin dediklerini düşününce hak verdim ve her nesilin omuzuna daha fazla yük bindiğini anladım. Şunu da ekledi abimiz:

"Elbette bu nesilin de çok iyi yönleri var mesela sportif ve sanatsal olarak çok iyi duruma geldi bu nesilin sayesinde ülke, umarım arkası da yeni nesillerle gelir."

20 Eylül 2008 Cumartesi

Kara Şövalye (The Dark Knight)...


Çocukluğumda gerçeğe en yakın bulduğum için en sevdiğim kahramandı Batman. Onun süper güçleri yoktu çünkü ve teknolojiyi kullanarak kendi kendini yaratmıştı.Vizyondan çıkalı çok oldu ama sinemalar tekrar izlemek isteyenler ve benim gibi sinema gibi nimetlerden yoksun olan kasabalarda tatilini geçiren kişiler için tekrar vizyona girmiş. Hem de ucuza. Kaçırmadım ve hemen bi bilet aldım.



The Dark Knight orijinal adı. Yönetmenliğini serinin ilk filminin yapımcısı Christopher Nolan yapmış. Senaristler: Christopher Nolan ve Jonathan Nolan.
Sayın Yarasa Adamımız Christian Bale fena olmayan bir performans sergilemiş ki zaten daha da iyi olamaz ; çünkü rolü gereği abartılı ve yer yer çok idealist yer yer parasıyla hava atan bir patron, ama dediğim gibi film gereği biraz abartılı. Rolü abartılı oyunculuğu değil. (Acaba Terminator 4'de nasıl oynayacak merakla bekliyorum)
Filmde en güzel oynayan ise Sevgili Joker (Heath Ledger) sinema otoritelerinin de kabul ettiği gibi herkesi ezip geçmiş.

Tabi ki Batman'ın sorgulanacak çok şeyi var senaryoda (benim gibi gerçekçilik manyağı bir sinema severseniz.) Örneğin Joker o kadar kötülük yapıp önemli adamları öldürüyor ama Birleşik Devletler çaresiz kalıyor. Batman'in kim olduğu bir türlü bulunamıyor, işveren olan zengin Bruce Wayne o kadar insan üzerinden kim bilir ne paralar kazanırken nasıl oluyorda sadece iyiliği sevdiği için kahramanlık yapıyor falan da filan ama bu tür kahramanlı filmleri zileyecekseniz bunları düşünmeyeceksiniz. (Not: Güzel olan şu "neden kahramanlar süper giysilerinin içindeyken seslerini değiştirmezler tanıyan biri çıkar sesinden" diye düşünürdüm Batman'da bu ayrıntı atlanmamış)



Sonuç olarak efektleri ve az çok da olsa seneryosu ile izlenebilir bir film ortaya çıkmış (ayrıca filmin yarısında Batman'in en değer verdiği insanı kurtaramaması filmin hüzünlü yanı olarak iyi olmuş ama yeterince işlenmemiş.)

Sokakta Hayat Var ft. Deftones...


Geçen akşam yalnızdım, sıkıldım dışarı adım attım. Tek başıma dolaştım...Mız mızlık yapmıyacağım, çok güzeldi dolaşmak, amaçsız ve öylesine dolaştım, ışıklı caddelerden falan geçtim, yanımda geçen güzelleri süzdüm birisine göz attım , yemek yedim bi' ardına sinema falan güzeldi yani. Yalnız gezmekten sıkılacağımı düşünerek yapmamıştım uzun zamandır ama güzelmiş farkına vardım. Sokakta hayat var derler ya harbiden öyle en sıkıldığım zaman yetişti bana.. Yurda geri dönerken taktım mp3 çalarımı tabi saçlarımı yeni kestirmişim, suratım traşlı bebek gibi dolaşıyorum yani, Deftones (çalan şarkısını) dinleyerek kral benim triplerinde yurda döndüm.(Bu arada Deftones dinlemenin nasıl bir şey olduğunu da unutmuşum iliklerimden kanı alıp beynime çaktıktan sonra ben asarım keserim lan havasına sokan şarkılarından Amerikanın Duman'ı tarzına kadar harika müzikler çıkarıyorlar.Helal olsun..!) Diyeceğim uzun zamandır yalnız kalıp dolaşmayanlara tavsiyemdir. Sokakta hayat var...


Çalan Parça: Deftones "My Own Summer"

18 Eylül 2008 Perşembe

Geldim..!

Sonunda özlemini çektiğim şehire geldim... Biraz erken geldim ama olsun...İyi ki geldim özlemişim Adana'yı. Ben geldim savulun...

14 Eylül 2008 Pazar

Prensen, Peri...(Y.Y.E.D.S.#2)

"Ben onu prenses peri sanıyorum..."

Yorumsuz...

4 Eylül 2008 Perşembe

İsteklerim #1

Şu an bi laptop'um olsa, yayılsam okulun çimlerine.Blogumu doldursam da doldursam..Ah ulan harç parası, niye bu kadar çoksun.

30 Ağustos 2008 Cumartesi

Korkuttun Bizi..!


Ümit Özat dün Almanya Bundesliga'da oynadığı maçta kalp spazmı geçirip yerde kalmış.Acilen hastaneye kaldırılan futbolcunun durumu şu anda iyiymiş...Geçmiş olsun Ümit...

Atatürk Sigara İçerdi..!


Sigara içme yasağı ile birlikte Atatürk fotoğraflarında sigaraları silmeye başlamışlar. Özenmesinler diye heralde...Hasbinallah..!Sigarayı onun elinde görüp özenecek olan varsa söyleyeyim ona...Atatürk'e özensin de varsın sigara içsin, onun zararı olmaz...

28 Ağustos 2008 Perşembe

Çelişki...


Çok yakından tanıdığım bir arkadaşım bana şunları anlattı:

"Şöyle sordum çok iyi tanıdığım birine, neden dedim neden istediğimiz gibi olmuyor, ya da neden benim istediğim gibi olmuyor. İnat mı yapıyor bazen hayat bana. Öyle değil dedi tanıdığım. Sen ne istediğini bilmiyorsun da ondan olmuyor.
-Ama ben hak ediyorum istediklerimi, hak etmediklerimden öte istemedim hiç.
-O senin düşüncen, sen maymun iştahlısın.
-Hayır maymun iştahlı değil, sadece çok detaylı düşünüyorum.
-Ama o detaylar yaşadığın o şeyin ortasında mı aklına geliyor? Neden daha önce düşünmüyorsun?
-Sonradan fark ediyorum.
-O zaman sen o işe başlarken onu yeterince istemiyorsun aslında.
-İstemesem başlamam.
-Bu bir cevap değil, bunu herkes söyleyebilir.
-Nedenmiş peki?
-Sen o kadar iştahlanıyorsun ki bir anda, onu çok istediğini sanıyorsun.
-Ben sadece aşk meşkten bahsetmiyorum.
-Ben de sadece aşk meşkten bahsetmiyorum. Sen onu çok istediğine inandırıyorsun, o her neyse ama yarısında istemediğini fark ediyorsun. Bak hala tamamlanmamış, öykülerin, yazıların, yapacakların var. Hala başlanmamış düşlerin.
-Bu kötü mü?
-Bunlara maymun iştahıyla kalkışıp sonuçlanmayacağını düşünürsek kötü, yolculuk iyidir ama verilen kararlarda yolculuk iyi değil.Baksana sigaraya bile başladın, hemen vazgeçtin sonra.
-Kötü mü yaptım?
-Sorun başlayıp bırakman değil. Kararsızlığın.
-Ama o da olacakları çok detaylı ve ince düşünmemden oluyor. Kimseyi üzmek istemediğimden bazen, bazen de yüzsüzlük yapmamak için.
-Belki bazen yapman gerekiyordur. Önceden plan yapmaman, ya da birilerinin üzülmesi.
-Hayır gerekmeden de olabilir.
-Şu ana kadar oldu mu. En azından bir üzülen oldu. O da sen miydin genelde yanlış mı hatırladım?
-Belki doğrusun; ama sen de benim hakkımda herşeyi bildiğini düşünüyorsun galiba.
-Belki de, ben senin karşıtınım ondandır. Diyalektik denen doğrudur belki.
-Sen sadece yargılıyorsun.
-Seni benden başka yargılayan oldu mu sana karşı?
-Olmadı?
-Ya senin hiç bilmeyeceğin şekilde yargılayan ve hükünü veren.?
-Olmuştur.
-Olmuş mudur?
-Oldu.
-Anlamadım
-Evet, hep öyle oldu.
-Bak, yine seni senden başka cezasız yargılayan yok.
-Uyu artık.
-Sen uyumadan olmaz ki.
-Tamam tamam.
-Sana da iyi geceler.
-Hıh..."

27 Ağustos 2008 Çarşamba

Gülhan Şen (Y.Y.E.D.S.#Favourite)*





Bu güzellik ya kafkaslardan ya da balkanlardan gelir diyordum da yanılmamışım...Bulgaristan'ın Şumnu şehrinde dünyaya gelmiş ve ilkokulu orada tamamlamış. 1985'te Bulgaristan'da zorunlu isim değişikliğine tabii tutulmuş ve ismi Galina Hristova Mihaylova olmuş. Ardından Bulgaristan'daki Türk Azınlık'a dayatılan zorunlu göç sebebi ile 1989'da(doğduğum sene) Türkiye'ye gelmiş.

Gülhan'ın kariyeri bu şekilde. Gayet ilginç bir hayatı olmasından mı bilinmez çok sempatik ve hayat dolu. Gördükçe ve dinledikçe içinz açılır onu, Gülhan görenlerin ve programlarını izleyenlerin "ah ulan benim de böyle sevgilim olsa be" dediği biri...Cnn Türk'te Star'da ve TV8'de programlar sundu ve hala TV8'de Gülhan'ın Galaksi Rehberi adlı bir programı var..





Gülhan asıl ününü "Zamanın Ruhu" adlı müzik ve bi nevi gezi programı olan yapımla elde etti...Orada program reklama girmeden önce bi elinde kendi kamerasıyla yabancı şarkılara playback yapıyordu, çoğu kişi "üf bu ne bea" dese de ilk başta sonradan TV'yi değiştirince "onu bi daha açsana " tepkisi veriyordu...

(*: Yolcuyu Yolundan Eyleyen Dilber Serisi)


Ayrıca Gülhan "Ekrandaki süsü bebeği olarak değil programlarının her anında emeği geçen bir emekçi olduğunu söylüyor. Ve görüntüsünü kullanıp kendini pazarlamakla ve pazarlayanlarla da ilgilenmiyor. Gülhan aptal sarışın imajından çok uzakta ve birilerini tanıdığı ya da sevgilisi olmadan şu an bulunduğu konuma ulaşmış... Tebrik ve takdir ediyorum.






Laciver Sen, Mavi Hayat...


Levent Yükselin bir şarkısı var , "Bugünlerin yarını var..." diye devam ediyor. Biz o şarkıyı şöyle tezahürat yapmıştık.

"Bugününmde yarınımda hep sen varsın her anımda
İster güldür ister ağlat Lacivert sen, Mavi hayat..."

Aynen bu sözler gibi hayatın yarısını maviye diğer yarısını laciverte boyayan insanlar yaptılar bu tezahüratı. Onların gönüllerinden koptu. Adana delüğanlılarının yaşam biçimleriydi aslında...Ama sadece Adanalı olmak yetmezdi, Asi de olmanız gerekirdi, Asi ve Mavi çarpmalıydı kalbiniz, gözyaşları lacivert koyuluğunda akarken, açık mavi gözlerle umutlu ve parlak bakmak öyle olacağına inanmak gerekirdi.
5 Ocak Stadı'nın yalnızca Kuzey tarafı olmalıdır sizin için. 5 Ocak nasıl dediklerinde "U" şeklinde güney tarafı açık gelmelidir gözünüzün önüne mabediniz. Sahip çıkma altında sevdanıza göz dikip sizi ayırmaya çalışanlara karşı "Masmavi Şimşekler" diye haykırmanız gereklidir. Beslenen ve şehrin iyi çocuğu olarak görünen Pamuk yağı kokululara karşı Tütün kokusu almanız gerekir havadan ve şehrin asisi , haylazı lakaplarını hak etmeniz gerekir, haklı olduğunuz zaman susturmaya çalışanlara karşı...Mahalle maçları havasından uluslararası sembol olan davanızı sürdürmeniz gereklidir anonim şirketi diyerek Namınızı yutup göbek yapmaya çalışanlara karşı...
Mavi lacivert olmak gereklidir kısacası ve tüm bu cefa denilen uğraşı karşısında Demir gibi olmanız gereklidir...

İşte o zaman Lacivert sen Mavi hayat, Lacivertsen Mavi hayat...

25 Ağustos 2008 Pazartesi

Düştüm..!


Evet motordan düşmeyen bir ben kalmıştım ve sonunda ben de düştüm...Ama hayattayım bir kaç çizik alıp oksijenli su tedavisinden sonra tekrar geçtim İstasyonun başına...Hasta la Vista'yım hala :)

20 Ağustos 2008 Çarşamba

Ne ki bu MyOwnStation?


MyOwnStation istasondur.Bir kişinin istasyonu .Sahibi olan ve birini anlatan.
Bu salt kendini anlatma çabasından çok uğraştır, eğlencedir, söyleyemediğini söyleme yeridir. Ve kişinin en çok kendi evinde rahat edebileceği, (benim gibi hayatı ordan buraya yolculuklarla geçen (passenger imzası ona kasten ha..!) birine çok kısa süre kaldığı öz evi ancak istasyon gibi gelir ) simgeleşip istasyon dediği sanal evinde bulunma halidir...E ev hali arada ağzımızdan adab-ı muhaşereye aykırı sözler çıkarsa af ola...

Her gün farklı bir şehirde uyanmayı bu aralar adet edinmiş station, hayat dolu ve eğlenceli çıkmak istedi karşınıza...Ama her istasyonun taşıdığı güle güle kırıklığı da peronlarına, tabelalarına ve eski duvarlarına kazınmış halde...Çocukluğumdan beri bana ait bir istasyonum olmasnı istemiştim, hani maket olanlar var ya üzerinde "orijinalinin 1/40'dır "yazan ; treniyle, peronlarıyla ve makinistleriyle tam bir istasyon olan ve cam içinde kilidi ile dışardan açılabilen, gerçek minyatür bir istasyon. İşte bu o istasyon,hoş geldiniz ...

Tatildeyim..!


Motor üstünde 658 km gittikten sonra Antalya-Alanya-Ermenek ve Mut'u aşarak Silifkeye ulaştım tatilde...Yol fotoları yakında eklenecek...Motor üzerinde gidilir mi o kadar yol manyak mısın diyorsanız...Baba oğul biraz çılgınız galiba..Her neyse yaşasın tatil..!Hasta la Vista Babies...

19 Ağustos 2008 Salı

Na na na na Selena Selena...(Y.Y.E.D.S.#1)*


Çağırırken yavaşça ve sakin bi şekilde Se-le-na bi daha söyleyelim güzel oluyor...
"Sinem Kobal" (cahiller için söylüyorum.)

(*:Yolcuyu Yolundan Eyleyen Dilber Serisi)

17 Ağustos 2008 Pazar

Denilmez mi? (İçimde Kalanlar Serisi #1)...



Kirstanna Loken (Terminator 3 Dişi Terminator)

Terminator serilerinde kalsikleşmiş bir söz var, Arnold ağabey şöyle der kurtaracağı kişiye:
-"Yaşamak istiyorsan benimle gel..."
Terminator 3'deki dişi terminatorü görünce şöyle demez misin Arnold ağabey'e
-"Yok ben onunla gitsem..."

The Terminator...

Terminator yalnızca bir aksiyon filmi görünse de değildir...Terminator bilim kugudur ve bir mesajı vardır(Karakterlerden Sarah Connor T2'nin sonunda şöyle der "insan hayatının önemini bir makine bile anlıyorsa biz de bir gün anlayabiliriz umarım.") ve Bilim Teknik Dergisine konu olan nadir filmlerdendir...Filmi yücelttiğim yeter...Arnold ( Schwarzenegger) abimiz ile bütünleşmiş bir karakter olan Terminator, 3 seriden oluşuyor...
Film yapımcısı, yönetmeni ve senaristi James Cameron'un(Titanic filminin de yönetmenidir) gördüğü bir rüyaya dayanıyor.
Cameron rüyasında kendini öldürmek üzere gelecekten gelen bir makine ile karşılaşıyor...Ardına Cameron abimiz hemen kağıdı kalemi alıyor ve yazmaya başlıyor...

The Terminator Trailer - Funny videos are here
"Terminator I Fragman"

1.Film 1984'de çekiliyor(Terminator)...Filmin kosu ise şu: Birleşik Devletler Savunma Sistemi Skynet adında bir bilgisayar yazılımı geliştirir ve bu yazılım ABD'nin bütün savunma sistemini otomatik olarak kontrol edebilecek yapay bir zihine sahiptir.Yapay zeka Skynet 1997 yılında yönetimi ele geçirir ve insanlar o telaş içinde Skynet'in fişini çekmeye çalışılar. Skynet buna karşılık verir ve nükleer füzeleri ateşler. Buna Avrupa ülkeleri ve Rusya karşılık verir ve Dünya üzerin 3 milyar insan ölür. Skynet bilincine kavuşmuş ve kendisi için tehlike arz eden insanların neredeyse tamamını yok etmiştir.2029 yılına gelindiğinde geride kalan insanlar makineler ile savaşında önemli bir adım kaydetmiş ve Skynet'in savunma duvarlarını havaya uçurmuşlardır.Bu Skynet için büyük tehlike demektir. Ve insanların komutanlığını "John Connor" adındaki insan yapmaktadır. Skynet John Connor'ın var olmasını ve insanların direnişe hiç başlamaması için geçmişe bir yok edici gönderir ve John'un annesi Sarah Connor'ı John doğmadan öldürmeyi planlar.1984 yılına bir Terminator gönderir ve buna karşılık insan direnişi Sarah'ı korumak ve Terminator'ü yok etmek için bir asker gönderir...


Terminator 2 Trailer - The most amazing home videos are here
"Terminator II Fragman"

2.Film(Terminator II Kıyamet Günü) 1991 yılında çevrildi ve yine James Cameron imzası taşıyordu...
1997 Ağustos'unda yaşanan ve 3 milyarı aşkın insanın ölümüne neden olan olayın üstünden yıllar geçmiş ve 2029 yılına gelinmiştir. John Connor makinelere karşı insan direnişinin lideri konumundadır. Onu 2029 yılında yok edemeyen makineler şimdi yok edemedikleri düşmanlarını geçmişte yok etmeyi denemeye karar verirler ve John'un 13 yaşında olduğu döneme bir yok edici makine yollarlar. Buna karşılık john da o dönemde kendisini korumak için daha önce annesini öldürmek göreviyle geçmişe yollanan yok edici makinenin daha üst bir modelini geçmişe yollar. İki yok edici makine arasında John Connor için büyük bir mücadele başlar. Bu arada henüz yaşanmamış olan 1997 Ağustos'unda yaşanacak olan felaketin mimarı olan Skynet adlı sistem de yavaş yavaş faaliyetlerini artırmaya başlamıştır. John ve onun koruyucu makinesi John'un annesini akıl hastanesinden kaçırıp Skynet'i durdurmak için işbirliğine girişirken diğer yok edici makine de John'u yoketmek için onların peşinden gitmektedir.

3.Film (Terminator III Makinelerin Yükselişi) 2003 yılında vizyona girdi ve bu kez yapımcı Hal Lieberman Yönetmen yAPIMCI Jonathan Mostow'du. (Bu filmde biraz Amerikan propagandası var ee yapımcı değişirse böyle olur)
John Connor’ın (Nick Stahl) yargı gününün engellenmesine yardım edişinin üzerinden yaklaşık 10 yıl geçmiştir; bu yargı günü, Skynet’in son derece gelişmiş makineler ağının kendi bilinçlerini kazanıp, insan ırkını yok etmek üzere programlandığı gündür. Ancak, Skynet’in Connor’ı öldürme ve insan ırkına savaş açma girişimlerine rağmen, 29 Ağustos 1997 günü geldiğinde, herhangi bir olay olmamıştır. Artık 22 yaşında olan Connor “kayıt dışı” yaşamaktadır: Ne evi, ne kredi kartı, ne telefon numarası, ne de işi vardır. Yaşadığına dair hiçbir kayıt yoktur. Skynet tarafından izinin bulunmasına imkan yoktur. Ta ki Skynet’in o güne dek ürettiği en gelişmiş cyborg öldürme makinesi T-X (Kristanna Loken) geleceğin gölgelerinden çıkıp gelene dek. Hedefi T-1000 tarafından yarım bırakılan işi tamamlamak üzere geçmişe gönderilen bu makine, güzel olduğu kadar da güçlü ve acımasızdır. Ama bu kez, Connor, Skynet’in öldürülecekler listesinde tek başına değildir. İyi niyetli uzman Kate Brewster, (Claire Danes) uzak geçmişin ve umut vaat eden bugünün hayal bile edilemeyecek bir geleceğe uzandığını görecektir.... tabi eğer T-X’den kaçabilir ve ölmezse. Connor ve Kate, Yargı Günü’nün hızla yaklaştığını, ve kendileriyle dünyanın sonu arasında sadece üç saat kaldığını fark ettiklerinde, tek umutları, eskiden Connor’ın celladı olan eski model gizemli cyborg Terminatör’ün (Arnold Schwarzenegger) bir kopyasıdır. Birlikte, teknolojik açıdan üstün olan T-X’i yenmeleri ve Yargı Günü tehdidini uzaklaştırmak zorundadırlar; yoksa medeniyetin çöküşüyle karşı karşıya kalacaklardır...

Bu film Arnold'un politik kimliğini fazla sevmesem de çok özel bir filmdir. Muhteşem görsel efektler ve Matrix gibi 2. ve 3. serisinin berbat olmaması onun çizigisini korudu. 4. de geliyor 2009 yazında ;)

16 Ağustos 2008 Cumartesi

Ne Phelpsmişin Be..!


Michael Phelps.Spor bültenleri takip edenler var sa bu isme hiç yabancı değiller bugünlerde...8 madalya hedefi ile duymuştum onun adını ;ama o kadar aldırmamıştım o zaman...Duydum ki bugün 7. madalyasını kazanmış yüzmede...Yüzmeyi hep seven ve arkadaşlar arasında yüzme yarışlarında boy beliren biri olarak imrendim yahu...Bu adam gerçekten harika(Ben de 10 yaşına kadar günde 5 saat suda geçirseydim ve ileriki yaşlarda daha fazla suda kalacak havuzum olsaydı ohoo)...Ee ne diyelim helal olsun Phelps darısı bizim atletlere...(Değinmekte yarar var Phelps Olimpiyat tarihini en fazla altın madalya alan sporcusudur.)

Bay Karizma...


Saçımı kestirince arkadaşlarıma "aramızdaki 3 farkı bulun" diye şaka yaptığım adam...Thierry Henry (ben hanri diyo'm daha güzel) uzun süredir ortalarda görünmüyor...Arsenal'den Barça'ya geçince bayağı sevindiğim ama Barça'da eski formundan çok uzak kaldı ve gündemden düştü...En son Euro 2008'de ülkesinin tek golünü attı...Sen belki yoksun piyasa da ama ben seni unutmadım, seninle aramda sadece fiziksel benzerlikten kaynaklanan bir bağdan daha ötesi var(yanlış anlamayın o kadar değil!!!) bir hayranlık...Che t-shirt'ün , ırkçılığa karşı gösterdiğin tepki ve gollerden sonraki karizma duruşun hayranlığın sadece bir kaç nedeni...Özledik seni bay karizma...

Büyüt İstersen..!



No english title - video powered by Metacafe

Bugünlerde çok sık karşılaştığım bir hanım kızımız var.Elif Turan (23).Kızımız önce Güzel Sanatlar Lisei sonra İstanbul Bilgi Üniversitesi Jazz Major Performance bölümünü bitirmiş.Hanım kızımızın 2 tane video klibi yayınlanıyor şu aralar...Birisi "Çık Aradan" ve ikincisi hakkında internet'de bulunan yorumların "dogal yollardan buyutecegi kadar buyutmus, bundan sonrasi icin silikon lazim" vb. şekillerde şekillenmesine yol açan şarkısı "Büyüt İstersen".

Memleketimizde müzik sektörüne arka çıkan saltanatlardan biri Erol Köse ve Serdar Ortaç ağabeyleri, onu farklı bir müzik türünde ve sesi ile değil büyüyenleri ile ön plana çıkarmayı daha müsait bulduğundan mütevellit, ona birbirine benzer iki video klip çekmiş. (Böyle konuşuyoruz da,ağabeyler işlerini daha iyi biliyor belli ki blogumda yer aldığına göre;) )

Gelelim hanım kızımıza...Onun mankenlerden fazlası var eksiği yok...Ayşe Hatun'u da şarkıcı yaptıktan sonra sana helaldir diyoruz...Büyü kim tutar seni...

Alışkanlıklarımız Katildir Hayallerimizin...!


İşte böyle yazıyor banner'ın altında...İnsan bu her şeye her yere alışmak ister...Ama alıştıktan sonra da istemediği şeylere, vazgeçemez ondan, geçemez çünkü yeni şeyler yapmak, yeni heyecanlar yaşamak yeni olan ve değişiklik isteyen her şey bir ürperti yaratır.Konuşurken çok hoş gelen bu ürpertiyi istemeyiz aslında...Değişiklik zor gelir çünkü...Değişmek çok iyi midir bilinmez ama değişkenlerin içinde yaşamak nasıl bir şey ona karar verilmedi henüz...
Alıştığımız şeylerden vazgeçemeyiz; çünkü elimizde var olanı da kaybetme korkusu vardır...Ama ben bunu elimden geldiğince atmaya çalışıyorum yaşadıklarımdan.Alışkanlıklar hayal ettiklerimi sınırlıyor, hayal ettiklerime doğru yürürken birden karşıma çıkan (hazır paketlenmiş) duygular, ilişkiler ya da mevkiler rahatsız ediyor artık beni...Çünkü ben onları istemiyorum...
Ya siz düşünün.Kaç tane şeye alıştınız böyle ve kaç hayaliniz zaten hazırı var uğraşmaya ne hacet diyerek korkuların arkasına gizlendi...Alışmak tamamen kötüdür demiyorum...Alışmak o kadar tehlikeli oluyor ki bazen...Makdul olan hayaller unutuluyor...
Alışmak iyidir ama öldürmedikçe...
Alışamadığım için böle düşünüyoruz belki, ama dedim ya yolculuk hem de istasyonsuz...Ürpertici değil mi...;)