13 Ağustos 2010 Cuma

Çark Eden Bir Günün Ardı...


Bu aralar iyice monotonluk maratonuna kaldı zaman. Sevdiceğimi gördüğüm günün bir kaç saati dışında hep aynı kalıyor. Siparişleri al yerine yetiştir. Efendim yiyecek sektörüdür, buyur abi ne istersin, abi çay içer misin, abi bi de eğileyim bi zahmet ... demediğimiz kalıyor. Şikayetçi olduğumdan değil desem inandırıcı olmasa bile çok da şikayetçi değilim aslında. Bna tatil olacak pazarı bekliyorum, ardından bir pazar daha bekliyecem. Olsun tüm ailevi desteksizliğime rağmen işte buradayım.
Ha bu arada Halil'i özledim o yüzden yazdım bayağı sonra.
Hep hayalim bi sigara yakıp iki muhabbet etmek onunla bu aralar .Niye o bilmiyorum ama şu anda soğuk suyumu yudumlayıp sigaramı tüttürdüm ya bu günün kasaya devreden karı oldu bana hadi iyi geceler monologcular...

21 Eylül 2008 Pazar

Tozda Toprakta Büyümek...


Plastik oyuncakları unutun made in bilmem ne yazan oyuncakları. Ya da oyun hamurlarını, bilgisayarı anmayın zaten, böyle büyüdünüz mü siz. Tozda toprakta çamurda oynayarak, kısa denilecek pantolonla. Yurdumun eski günlerindeki gibi, teyzelerin akşam 8'de yatıp ışıkları zorla söndürttüğü günlerdeki gibi...Kapı önünün çalı süpürgeyle süpürülüp kardeşiniziz burnunu sildiğiniz o günlerde büyüdünüz mü. Bizim nesil az çok ama şu bizden sonrakiler görmediler o günleri. Betonda büyüdüler, toz toprakta maç yaparak değil, fifa bilmem kaç oynayarak. Biraz şanssız geliyorlar bana. Bi kere çabuk hasta oluyorlar, psikolojileri püf desen bozuluyor ve "hayatta tokat bile atmam çocuğuma" denilen bu yıllarda uyuşturucu, sigara ve seks yaşı gittikçe düşüyor.



O günlerde yetişen biriyle sohbet ettim, şunları söyledi bana:
" Bizim çocukluğumuzda plastik oyuncaklar bu kadar yaygın değildi, benim oturduğum yer bir ilçeydi Adana'nın tozu toprağı içinde bir Pozantı'da büyüdüm ben. Oyun deyince bizim aklımıza oyuncak değil kendimizin bizzat oynadığı oyunlar gelirdi. Oyuncak denilen plastikler kasabanın bir kaç iyi gelirli ailesinin çocuğunda olurdu ki şu an şehirde en gariban insanın çocuklarının daha fazla oyuncağı vardır. Zaten zengin dediğimiz o çocuk da oyuncağı fazla eskimesin diye kendisi bile fazla oynamazdı, bir de dışarıda oyunun kendisi varken biz varken ne yapacak evin içinde oyuncağı.
Oyunlarımıza şu an bakıyorum gerçekten tam bir dayanışma ve birliktelik oyunlarıydı.Şahsi değildi bu oyunlar beraber oynanırdı. En çok maç yapmayı severdik, topa abanana kızardık, birimizin şeyine top vursa onu işetirdik, zayıf takıma avans verirdik , ben 11,12 yaşarındayken dolmuş tutup arkadaşlarla köye maça gitmiştik, bizi yenilince taşlamışlardı, zaten bu adettir mutlaka taşlarlar. O zaman amatör küme maçlarında da olurdu bu :).

Bunları yapamazsak ormana yürüyüşe çıkardık, karpuzcuya yardım ederdik o da bize karpuz verirdi, karpuzu kırıp yerdik, ama hep beraberdik, herkes yaşıtı grupla gezer abiler kardeşlerden hesap sorar ama kardeşleri için canlarını verecek kadar mert olduğunu göstermek için kavga ederlerdi bazen. Ama o kavgalar gerçekten mert olurdu kan akmazdı, şimdiki kavgalar gibi bıçak olmaz, kafa göz yarılmaz, kavga sonunda işe abiler karıştırılıp o kavganın arkası aranmazdı.

Şimdiki nesilin kendini daha iyi ifade ettiği, daha girişken olduğu konusuna da katılmakla beraber bazı şüpheleri de var bu konuda bunları bana söyleyen abimizin:



"Şimdiki çocuklar gençler falan kendini daha iyi ifade ediyorlarmış. Doğrudur anaya babaya karşı ağzına ne gelirse o anda söyleyecek kadar ifade edebiliyorlar kendilerini (gülüyor) , o kadar girişkenler ki seks yaşı 13-14 oldu neredeyse, içki ve sigara yaşını saymıyorum bile yani özgüven altında şu anki aileler çocuklarına çok serbestlik tanıyor 'küçükken aman tozdan hasta olacak' diye koruyan aileler çocuğun özgüvenini kazanmasına bir nevi engel oluyor, büyüyünce çocuğu bir anda serbest bırakıyorlar o zaman ergenliği yeni atlatmış ya da atlatmamış genç ne yapacağını şaşırıp kendisine zarar verici şeyler yapabiliyor. Bir de psikolojisinin bozulması durumu var gençlerin. Eskiden biz daha fazla dayak yerdik daha fazla azar yerdik ama psikolojimiz bozulacak diye bir şey yoktu. Şimdiki nesilin psikolojisi bozulur diye çok korkuyor aileler ama gençlerde gördüğüm kadarıyla -ki ben bir eğitimciyim gençleri gözlemle fırsatım çok oluyor- bir melankolik hava var, bunalıma kapılan depresyonla uğraşan yığınla genç var şimdi kimin psikolojisi daha bozuk söyle bana (gülüyoruz).



Şöyle sordum ben bu abimize: "Peki şu anki nesili yetiştiren sizin nesil bu nesilin eleştirilecek yanları varsa sorumlusu biraz da siz değil misiniz?"

"Haklısın bu konuda ama sizleri yetiştiren nesil olarak bizler çok yoksul günler yaşadık, askeri yönetimler geçti üzerimizden, krizler ve ülke olarak ekonomik değişimin yükünü atlatmaya çalışan bir nesiliz. Elbette kusurlarımız da oldu ama bu olumsuzluklar olmasa şu anki nesili daha iyi yetiştirebilirdik.Benim nesilin insanları çocuklarının aynı acıları,zorlukları yaşamaması için üstlerine çok düşüyor ,elbebek gülbebek yetiştireceğim diye geç büyümelerine neden oluyor, hatta büyümelerini bile engelliyor. Biraz da batı kültürünün yozlaşmış halinin özendirilmesi var sağ olsun televizyonlar sayesinde.
Elbette bu nesilin içinde de özellikle küçük yerlerde yetişen ve çok iyi de yetişen insanlar var, şehirlerde de az olsa da var ama o kırsal hava hala bazı şeyleri korudu sizin nesilin içinde, ama sizden sonraki nesil maalesef çok şanssız olacak gibi geliyor, yine de umudumuzu size devrettik. Hala kırsal bölgelerde ve doğuda çok zor şartlarda yeitşen çocuklar var, okulları bile yok biz bu sorunları çözemedik, çözmek isteyenlere de izin verilmedi, artık sizlere kaldı bunları çözmek. "


Bu abimizin dediklerini düşününce hak verdim ve her nesilin omuzuna daha fazla yük bindiğini anladım. Şunu da ekledi abimiz:

"Elbette bu nesilin de çok iyi yönleri var mesela sportif ve sanatsal olarak çok iyi duruma geldi bu nesilin sayesinde ülke, umarım arkası da yeni nesillerle gelir."

20 Eylül 2008 Cumartesi

Kara Şövalye (The Dark Knight)...


Çocukluğumda gerçeğe en yakın bulduğum için en sevdiğim kahramandı Batman. Onun süper güçleri yoktu çünkü ve teknolojiyi kullanarak kendi kendini yaratmıştı.Vizyondan çıkalı çok oldu ama sinemalar tekrar izlemek isteyenler ve benim gibi sinema gibi nimetlerden yoksun olan kasabalarda tatilini geçiren kişiler için tekrar vizyona girmiş. Hem de ucuza. Kaçırmadım ve hemen bi bilet aldım.



The Dark Knight orijinal adı. Yönetmenliğini serinin ilk filminin yapımcısı Christopher Nolan yapmış. Senaristler: Christopher Nolan ve Jonathan Nolan.
Sayın Yarasa Adamımız Christian Bale fena olmayan bir performans sergilemiş ki zaten daha da iyi olamaz ; çünkü rolü gereği abartılı ve yer yer çok idealist yer yer parasıyla hava atan bir patron, ama dediğim gibi film gereği biraz abartılı. Rolü abartılı oyunculuğu değil. (Acaba Terminator 4'de nasıl oynayacak merakla bekliyorum)
Filmde en güzel oynayan ise Sevgili Joker (Heath Ledger) sinema otoritelerinin de kabul ettiği gibi herkesi ezip geçmiş.

Tabi ki Batman'ın sorgulanacak çok şeyi var senaryoda (benim gibi gerçekçilik manyağı bir sinema severseniz.) Örneğin Joker o kadar kötülük yapıp önemli adamları öldürüyor ama Birleşik Devletler çaresiz kalıyor. Batman'in kim olduğu bir türlü bulunamıyor, işveren olan zengin Bruce Wayne o kadar insan üzerinden kim bilir ne paralar kazanırken nasıl oluyorda sadece iyiliği sevdiği için kahramanlık yapıyor falan da filan ama bu tür kahramanlı filmleri zileyecekseniz bunları düşünmeyeceksiniz. (Not: Güzel olan şu "neden kahramanlar süper giysilerinin içindeyken seslerini değiştirmezler tanıyan biri çıkar sesinden" diye düşünürdüm Batman'da bu ayrıntı atlanmamış)



Sonuç olarak efektleri ve az çok da olsa seneryosu ile izlenebilir bir film ortaya çıkmış (ayrıca filmin yarısında Batman'in en değer verdiği insanı kurtaramaması filmin hüzünlü yanı olarak iyi olmuş ama yeterince işlenmemiş.)

Sokakta Hayat Var ft. Deftones...


Geçen akşam yalnızdım, sıkıldım dışarı adım attım. Tek başıma dolaştım...Mız mızlık yapmıyacağım, çok güzeldi dolaşmak, amaçsız ve öylesine dolaştım, ışıklı caddelerden falan geçtim, yanımda geçen güzelleri süzdüm birisine göz attım , yemek yedim bi' ardına sinema falan güzeldi yani. Yalnız gezmekten sıkılacağımı düşünerek yapmamıştım uzun zamandır ama güzelmiş farkına vardım. Sokakta hayat var derler ya harbiden öyle en sıkıldığım zaman yetişti bana.. Yurda geri dönerken taktım mp3 çalarımı tabi saçlarımı yeni kestirmişim, suratım traşlı bebek gibi dolaşıyorum yani, Deftones (çalan şarkısını) dinleyerek kral benim triplerinde yurda döndüm.(Bu arada Deftones dinlemenin nasıl bir şey olduğunu da unutmuşum iliklerimden kanı alıp beynime çaktıktan sonra ben asarım keserim lan havasına sokan şarkılarından Amerikanın Duman'ı tarzına kadar harika müzikler çıkarıyorlar.Helal olsun..!) Diyeceğim uzun zamandır yalnız kalıp dolaşmayanlara tavsiyemdir. Sokakta hayat var...


Çalan Parça: Deftones "My Own Summer"

18 Eylül 2008 Perşembe

Geldim..!

Sonunda özlemini çektiğim şehire geldim... Biraz erken geldim ama olsun...İyi ki geldim özlemişim Adana'yı. Ben geldim savulun...

14 Eylül 2008 Pazar

Prensen, Peri...(Y.Y.E.D.S.#2)

"Ben onu prenses peri sanıyorum..."

Yorumsuz...

4 Eylül 2008 Perşembe

İsteklerim #1

Şu an bi laptop'um olsa, yayılsam okulun çimlerine.Blogumu doldursam da doldursam..Ah ulan harç parası, niye bu kadar çoksun.

30 Ağustos 2008 Cumartesi

Korkuttun Bizi..!


Ümit Özat dün Almanya Bundesliga'da oynadığı maçta kalp spazmı geçirip yerde kalmış.Acilen hastaneye kaldırılan futbolcunun durumu şu anda iyiymiş...Geçmiş olsun Ümit...

Atatürk Sigara İçerdi..!


Sigara içme yasağı ile birlikte Atatürk fotoğraflarında sigaraları silmeye başlamışlar. Özenmesinler diye heralde...Hasbinallah..!Sigarayı onun elinde görüp özenecek olan varsa söyleyeyim ona...Atatürk'e özensin de varsın sigara içsin, onun zararı olmaz...

28 Ağustos 2008 Perşembe

Çelişki...


Çok yakından tanıdığım bir arkadaşım bana şunları anlattı:

"Şöyle sordum çok iyi tanıdığım birine, neden dedim neden istediğimiz gibi olmuyor, ya da neden benim istediğim gibi olmuyor. İnat mı yapıyor bazen hayat bana. Öyle değil dedi tanıdığım. Sen ne istediğini bilmiyorsun da ondan olmuyor.
-Ama ben hak ediyorum istediklerimi, hak etmediklerimden öte istemedim hiç.
-O senin düşüncen, sen maymun iştahlısın.
-Hayır maymun iştahlı değil, sadece çok detaylı düşünüyorum.
-Ama o detaylar yaşadığın o şeyin ortasında mı aklına geliyor? Neden daha önce düşünmüyorsun?
-Sonradan fark ediyorum.
-O zaman sen o işe başlarken onu yeterince istemiyorsun aslında.
-İstemesem başlamam.
-Bu bir cevap değil, bunu herkes söyleyebilir.
-Nedenmiş peki?
-Sen o kadar iştahlanıyorsun ki bir anda, onu çok istediğini sanıyorsun.
-Ben sadece aşk meşkten bahsetmiyorum.
-Ben de sadece aşk meşkten bahsetmiyorum. Sen onu çok istediğine inandırıyorsun, o her neyse ama yarısında istemediğini fark ediyorsun. Bak hala tamamlanmamış, öykülerin, yazıların, yapacakların var. Hala başlanmamış düşlerin.
-Bu kötü mü?
-Bunlara maymun iştahıyla kalkışıp sonuçlanmayacağını düşünürsek kötü, yolculuk iyidir ama verilen kararlarda yolculuk iyi değil.Baksana sigaraya bile başladın, hemen vazgeçtin sonra.
-Kötü mü yaptım?
-Sorun başlayıp bırakman değil. Kararsızlığın.
-Ama o da olacakları çok detaylı ve ince düşünmemden oluyor. Kimseyi üzmek istemediğimden bazen, bazen de yüzsüzlük yapmamak için.
-Belki bazen yapman gerekiyordur. Önceden plan yapmaman, ya da birilerinin üzülmesi.
-Hayır gerekmeden de olabilir.
-Şu ana kadar oldu mu. En azından bir üzülen oldu. O da sen miydin genelde yanlış mı hatırladım?
-Belki doğrusun; ama sen de benim hakkımda herşeyi bildiğini düşünüyorsun galiba.
-Belki de, ben senin karşıtınım ondandır. Diyalektik denen doğrudur belki.
-Sen sadece yargılıyorsun.
-Seni benden başka yargılayan oldu mu sana karşı?
-Olmadı?
-Ya senin hiç bilmeyeceğin şekilde yargılayan ve hükünü veren.?
-Olmuştur.
-Olmuş mudur?
-Oldu.
-Anlamadım
-Evet, hep öyle oldu.
-Bak, yine seni senden başka cezasız yargılayan yok.
-Uyu artık.
-Sen uyumadan olmaz ki.
-Tamam tamam.
-Sana da iyi geceler.
-Hıh..."